KAĞIT
Papirüs ve parşömen insanlık için büyük adımlar olsa da, bilginin kitleselleşmesini asıl sağlayan malzeme kâğıt oldu. Bugün elimizde tuttuğumuz defterlerden gazetelere, kitaplardan dijital baskıya kadar her şey, bundan yaklaşık iki bin yıl önce Çin’de başlayan bir hikâyenin devamı.
Kâğıdın doğuşu genellikle MS 105 yılına, Doğu Han Hanedanlığı dönemine dayanır. Saray görevlisi CaiLun, imparatora sunduğu raporda yeni bir yazı malzemesini tanıtır. Ağaç kabuğu, kenevir lifleri, eski bez parçaları ve balık ağlarının dövülüp lapa haline getirilmesiyle elde edilen hamur, su dolu teknelerde süzgeç benzeri bir çerçeveye alınır, kurutulur ve ince bir tabaka hâline getirilirdi. Ortaya çıkan malzeme hem hafif, hem ucuz, hem de yazmaya uygundu (Britannica, “CaiLun”). CaiLun’un geliştirdiği yöntem, daha önce kullanılan bambu tabletler ve ipek kumaşlara göre çok daha ekonomik ve kullanışlıydı. Bu yüzden kısa sürede Çin’de standart haline geldi.
Kâğıdın Çin’den çıkışı, ticaret yolları ve savaşlarla hızlandı. 751 Talas Savaşı (bugünkü Kırgızistan yakınları), kâğıt tarihinin dönüm noktalarından biridir. Rivayete göre, savaşta esir alınan Çinli ustalar, kâğıt yapımının sırlarını Orta Asya’ya taşıdı. Böylece Semerkand’da ilk kâğıt atölyeleri kuruldu (Bloom, 2001).Semerkand’dan sonra kâğıt yapımı hızla Bağdat, Şam ve Kahire gibi İslam şehirlerine yayıldı. Özellikle 9. yüzyılda Bağdat’ta kurulan kâğıt atölyeleri, Abbasi Halifeliği’nin altın çağını besledi. İlim, felsefe, astronomi, tıp ve edebiyat eserleri kâğıt sayesinde çoğaltılarak geniş kitlelere ulaştı. El-Harezmi, İbn Sina, Farabi gibi düşünürlerin eserlerinin bugüne ulaşmasında kâğıdın rolü büyüktür.
Kâğıt, Endülüs üzerinden 10. yüzyılda Avrupa’ya ulaştı. İlk başta parşömenin otoritesi karşısında “dayanıksız” bulundu ve pek rağbet görmedi. Ancak zamanla kâğıdın ucuzluğu ve kolay üretilebilirliği üstün geldi.13. yüzyılda İtalya’daki Fabriano şehri, Avrupa’da kâğıt üretiminin merkezi haline geldi. Burada geliştirilen su damgası (filigran) tekniği, kâğıdın kalitesini artırdı ve sahteciliği önledi. İtalya’dan Fransa, Almanya ve İngiltere’ye yayılan kâğıt, kısa sürede kıtanın ana yazı yüzeyi haline geldi (Hunter, 1943).
Kâğıt yalnızca pratik bir malzeme değildi; bilgiye erişimi demokratikleştirdi. Papirüs pahalıydı, parşömen zahmetliydi. Kâğıt ise halkın da ulaşabileceği kadar ucuzdu. Bu, bilginin hem yatay (toplum içinde) hem de dikey (nesiller arası) aktarımını hızlandırdı.
Üniversitelerin kurulması, kütüphanelerin büyümesi, bilimsel tartışmaların çoğalması hep kâğıdın kolay ulaşılabilirliğiyle mümkün oldu.
Kâğıt, aynı zamanda sonraki büyük devrim olan matbaanın da zeminini hazırladı. Gutenberg’in 15. yüzyılda geliştirdiği matbaa, kâğıt sayesinde kitap üretimini seri hale getirdi. Eğer kâğıt yerine pahalı parşömen kullanılmaya devam edilseydi, matbaanın etkisi bu kadar büyük olamazdı.
Papirüs’ten parşömene, oradan da kâğıda geçiş, insanlığın bilgiyle kurduğu ilişkinin evrimini gözler önüne seriyor. Her malzeme kendi döneminde bir devrim yarattı: Papirüs, yazıyı taş tabletten kurtarıp taşınabilir kıldı; parşömen, dayanıklılığıyla bilginin nesiller boyu aktarılmasını sağladı; kâğıt ise ucuzluğu ve seri üretime uygunluğu sayesinde bilginin kitleselleşmesine kapı araladı.
Bugün dijital baskı makinelerinden çıkan her afiş, dergi ya da kitap, CaiLun’un iki bin yıl önce başlattığı bu yolculuğun devamı sayılır.
